REKABETLE NEREYE KADAR*

Rekabetle nereye kadar!

Mesleğe ilk başladığım yıllarda eczacı odalarının ve eczacıların en önemli gündem maddesi meslektaşlar arasında yaşanan haksız rekabetin yarattığı etik erozyondu. Uzun yıllar etik dışı rekabetin yarattığı hasarların meslektaşlar arasında nasıl bir ayrışmaya neden olduğu tartışıldı durdu. Katılım payı ücretinin kaynağından kesilmesi bu soruna karşı önemli bir mesafe alınmasını sağladı. Tabi rekabet son bulmadı ancak bizim kendi kontrolümüzle yapamadığımızı sistemsel bir yöntem ile çözüme kavuşturulmuş oldu. 

Daha sonra en vurucu biçimde rekabetle tekrar yüzleşmemiz, Rekabet Kurumu’nun mesleğimiz üzerindeki ilgisi, niyeti ve birazda eczacı odalarındaki Rekabet Kurumu denetimlerinin artması ile oldu. Bir anlamda ‘rekabet’ sözcüğüne olan olumsuz bakışımız yine olumsuz olmasına rağmen şekil değiştirdi. Kendi aramızda rekabetin olumsuzlukları ile mücadele ederken bir kurum bize “illa ki rekabet edin” hatta o da yetmez başka aktörler de eklensin onlarla da rekabet edin diye buyurmaya başladı.

Rekabet elbette ticaret alanında önemli bir konudur. Ticaretin dinamizmi, tüketicinin korunması ekonominin gelişmesi için rekabet çok büyük bir faktör olduğu gerçeğini göz ardı ediyor değiliz. Ancak rekabetin bir rakibi yok eden bir başka rakibi daha da güçlendirerek yoluna devam ettiren önemli etkileri bulunduğunu da unutmamalıyız. Yani var olmayı devam etmek için yok etmeyi öğrenmek zorunda bırakan bir anlayışın temsilcisidir rekabet.

Rekabet sadece ticari bir kavramda değildir. Gelişmemişliğin, reflekslerin etkin olduğu en önemli argümandır aynı zamanda. Yani yaşam içerisinde rekabetin en vahşice roller üstlendiğine de tanık oluyoruz. Bazı canlı türleri besin, eş, yuva adına girdikleri rekabet sonucu yaşamlarını yitirebiliyorlar. Elbette canlının doğası gereği diye sunulur buradaki ölüm kalım oyunu. Ancak insanda; en lezzetli yiyeceğe ulaşmak, yurdunu tercih etmek gibi örnekler var olmasına rağmen bunu yok edici bir rekabet haline getirmeden halledebilmektedir. Her seferinde doğanın sevgi üzerine inşa edilmesine vurgu yaparız. Yani insan davranışlarından saldırganlık duygusunun gelişmişlikle birlikte köreldiğini görüyoruz.

Bildiğimiz gibi aynı türden canlıların birbirleriyle daha çetin rekabet içinde olma nedenleri aynı ihtiyaçları duydukları içindir. Ancak insanoğlu geliştikçe, modernleştikçe bu doğal alanda yaşanan rekabetin tam tersine davranmaya başlamıştır. Her alanda işbirliği içerisinde herkesin ihtiyacını karşılar bir dünya yaratmıştır. Çünkü insan onca yıllık tarihinde ne kadar savaşmış olsa da asıl gelişmeyi işbirliğinde yakaladığının farkına varmıştır. Akıl üstünlüğü toplumsallaşma özelliğini geliştirmiştir. Diğer canlılar ihtiyaçları kadar tükettiler ancak bizler bu tüketime sınır koymada diğer canlıların gerisinde kalabiliyoruz.

Dünyanın egemen ülkelerinin rekabet adına sömürü düzeninden vazgeçtiklerini söylemek çok saf bir bakış olacaksa da, Tunus’ta yaşanan halk hareketinin en birinci destekçilerinin de eski sömürü ülkeleri olduğunu görmekteyiz. En azından artık sözde dahi olsa genel bir insanlığın gelişmesi, işbirliği adına bir söylem birliği var. Ülkelerin belli alanlarda belli koşullarda bir işbirliğinden söz etmek mümkündür.

Hayatın içerisinde, doğadaki diğer canlılardan farklı olan insanın, kendi yaşamını başka birinin yaşamının bitmesine, kendi iyiliğini de başka birinin kötülüğüne bağlamaması gerektiği en büyük savunumuz olmalıdır. Kişisel ya da toplumsal olarak oluşacak bu algı, işbirliği içinde her türlü sorunu birlikte çözme gücünü elde edecektir. Öncelikle insanın insanı sevmesi ile başlayacak bu anlayışın toplumsal, mesleksel gibi tüm sorunların da rekabetçi değil dayanışmacı ruhla devam etmesini sağlayacaktır.

İliklerimize kadar işlemiş, her yanımızı sarmış bu rekabetin sonu insanlığın tekrar saldırgan evresine dönüşüne neden olacağa benziyor. Bugün, elbette birbirimize şiddet uygulamıyoruz ancak şiddetten beter bir ruh haline girmiş durumdayız. Daha fazla para kazanmak, daha çok satın almak, daha çok gösterişli olmak, daha çok her şeyi kolay elde etmek, daha çabuk kazanmak, yani sürekli maddi ‘daha’lara takıntılı hale gelmiş durumdayız. Ülkelerin, kapitalizmin yıkıcı etkisini bir yana bırakalım bireylerin gözü dönmüşlüğünü açıklamaya aklımız yetmiyor.

İyi bir gelecek beklentisinin sadece kendi zihnimizde oluşturduğumuz bir duygudan öte bir anlamı olmadığını unutuyoruz. Neredeyse içgüdülerimiz bile rekabetin vahşiliğine teslim olmuş durumda. Her alanda, her yaşta, her koşulda yani tüm dünyada sadece rekabeti ve rekabetin öldürücülüğü bizlere öğretiliyor.

Tarih kitapların rekabetin yarattığı hüsranları, kötülükleri anlatırken özgürlüğün, paylaşımın güzelliklerine vurgu yapar. En büyük eserlerin, kültürel değerlerin rekabet adına değil, daha fazla insana ulaşmak adına ‘insanlık’ adına gerçekleştiğini anlatırlar.

Tüm rekabetin kötülüğünün yanında sağlık gibi rekabetin olamayacağı, kişinin kendi inisiyatifi ile tüketeceği ürünü alamadığı, daha çok manevi değerin güçlü olması gerektiği sağlık alanında rekabetin kıskacında olmak en zalimcesi gibi görünüyor. Bu gidişle bizler; bu kapitalizmin kapsayıcılığında bize dayatılan rolde oynamaya başlayacağız. İnsanlık daha da eşitsizleştiği gibi bizlerde bu sistemin bir parçası olacağız. Kendi aramızda, sağlık alanında, küresel güçlerin etkisi ile rekabet geliştikçe, büyüdükçe, biz küçüleceğiz.

Artık kendi aramızdaki rekabetten çok daha zalimi piyasa rekabeti ile karşı karşıya kalacağız. İnsanlık için büyük düşman olan rekabet artık başımızda kara bulut gibi dolaşmakta. Önce evde, daha sonra okulda, üniversitede derken bugün günlük yaşantımızda en birincil hissimiz halinde. Ne veriyor rekabet bize bir düşünelim. Öfke, yalnızlık, uzaklaşma yani sadece sevgisizliğe neden oluyor. Meslektaşlarımız arasında nefrete yol açıyor. Anlaşılan o ki, her zaman rekabet bizim en büyük belamız olmaya devam edecek. Rekabet Kurumu, ilaçta reklam, ekonomik daralmalar, fırsatçılıklar rekabeti beslemeye devam edecek. Galiba küresel güçlerle mücadele için önce kendi aramızdaki rekabet yerine sevgiyi güçlendirmemiz gerekiyor.

Ecz. Burhanettin BULUT

*ADEOB’da yayımlanmıştır.


18 Şubat 2011     Okunma Sayısı : 4111     Yazdır